70’li YILLARDA ÇİZİLEN PROJE: FETULLAH GÜLEN

İstanbul’a 1974 yılında gelmiş ve o dönem Müslüman gençliğin yegane temsilcisi olan Milli Türk Talebe Birliği’ne Cenab-ı Hakk’ın lütfu ile dahil olmuştuk elhamdülillah.

O dönemde günlük haberleri ancak gazetelerden takip edebilme imkanı buluyorduk. Gazetelerde sık sık çıkan haberlerden biri de -o dönemi yaşayan herkesin bildiği gibi- Fetullah Gülen ile ilgili çıkan haberler olurdu.

Gazetelerde, Fetullah Gülen’in İzmir’de vaaz sonunda gözaltına alındığı, Yalova’daki yaz kampının basıldığı ve gözaltına alındığı şeklinde haberler çıkardı. Müslüman bir genç olarak çok üzülür, Müslümanlara zulüm yapıldığı kanaatini arkadaşlarımızla paylaşırdık. Ancak hemen akabinde serbest bırakıldığı haberlerini de alınca sevindiğimizi gören bazı büyüklerimiz, ağabeylerimiz, bizde soru işaretleri bırakacak şeyler söylerlerdi: “Türkiye’nin şartları ortada. Bu şahıs iddia ettikleri gibi onlar için tehlike ise gözaltına alınınca niye serbest bırakıyorlar, değilse niye gözaltına alıyorlar? Yoksa meşhur etmek için mi yapıyorlar? ” gibi değerlendirmeler kafamızda soru işaretleri bırakıyor ama işin içyüzünü öğrenemiyorduk. Bununla birlikte Fetullah Gülen’in tesir alanından uzak durmamız gerektiğini ve MTTB’deki arkadaşlarımızı da uzak tutmamız gerektiğini de anlamıştık ve öyle de yapmıştık.

80’li yıllarda ise işin iç yüzünü tam olarak öğrenmiş olduk: Milli Türk Talebe Birliği’nin 50. Dönem (1971-1973) Genel Başkanı olan Muhterem büyüğümüz Ömer Öztürk, o dönem en yakın arkadaşlarından biri olan yine MTTB yöneticilerinden Dr. Yusuf Akkaya’ya Fetullah Gülen’nin kendilerine (Müslüman Gençliğe) alternatif bozuk itikatlı bir gençlik yetiştirmek üzere görevli bir ajan olduğunu, dikkatli olunması lazım geldiğini, ama o dönemin Türkiye şartlarında Müslümanlar arasında bir fitneye sebep olmamak için bunun aşikare söylenmemesi gerektiğini tenbih ettiğini öğrenmiştik. (Bunu Dr. Yusuf Akkaya da bugünlerde yaptığı bir açıklamada anlattı.)

Yine 1980’li yıllarda, Fatih Gençlik Vakfı’ndaki eğitim programları çerçevesinde, aynı zamanda vakfın kurucusu da olan Muhterem Ömer Öztürk, sohbetlerinde bu konuyu üstüne basarak gençlere açıklamaya başladı. Fetullah Gülen’in, itikadı sapıklıklarını, bu itikad sahibinin Müslüman değil, olsa olsa Bahâi olabileceğini, Türkiye’de uygulanmaya çalışılanın bir ihanet projesi olduğunu ve bu projenin arkasında Yahudinin olduğunu gençlerin beynine iyice yerleştirmek için gayret gösterdi. 1970’li yıllardaki ağabeylerimizin işaret ettikleri ama fitneye sebep olmamak için açıktan söylemedikleri Fetullah Gülen gerçeğini, 1980’li yıllarda böylece bütün çıplaklığı anlamış olduk. Bu günlerde de Muhterem Büyüğümüz Ömer Öztürk’ün 40 küsür yıldır söylediklerinin birer hakikat olduğunu ve neticelerini bilfiil tek tek görmüş olduk.

Fatih Gençlik Vakfı olarak gençliğe bu hakikatları öğretmeyi ve onları böyle tehlikelerden uzak tutmayı bir vazife olarak telakki ettik. Buna karşın 20 küsur yıl kapatılmamak için mücadele etmeye mecbur bırakıldık. 1981 den itibaren vakfımızı, devlet eliyle -tabii ki devlete sızmış art niyetli kimseler eliyle- kapatabilmek için saldırılar başladı. 2002 yılında ise Bülent Ecevit hükümeti döneminde Emniyet Güçleri marifetiyle otuz yıllık binamızda işgalci konumunda olduğumuz iddiasıyla binamızı mühürlendi. Yine Cenabı Hakk’ın lütfu, büyüklerimizin duası ve himmetiyle 2002 seçimleriyle işbaşına gelen Hükümetimizin vesilesiyle da 2003 yılında, tekrar binamız açıldı ve faaliyetlerimize burada devam etmeye başladık.

Bu değerlendirmelerden sonra diyebiliriz ki dış güçlerin ülkemiz üzerindeki emellerinden vazgeçmeyecekleri ve son kullanma tarihi çoktan dolmuş olan Fetullah Gülen yerine alternatiflerini üretecekleri açıktır. Bu sebeple; sözleri ve davranışları yüzyıllardır tevarüs ettiğimiz Ehli Sünnet İtikadı’na uymayan; kısa süre içerisinde geniş imkanlara ve şöhrete kavuşan; ve belli çevrelerce çokça parlatılan kimselere daha temkinli yaklaşmamız gerektiğini unutmamalıyız.

Sosyal Medyada Takip Edin: